2011 yılında Ukraynanın Donetsk kentinde uzun süre kalmışlığım var. Donetsk, Ukraynanın ihtilaflı kesiminde yer alan ve bugünlerde adını sıkça duyduğunuz, kozmopolit bir şehir. Yanı sıra Rusya’nın TV kanallarına çıkıp demeç vermişliğim de var. Hâl böyleyken mâlum Rusya-Ukrayna gerilimi hakkında üç beş kelam etmeden geçmek olmaz.
Avrasya coğrafyasında her türlü komünist çeşnili nifağın temeli Lenin’e dayanır. İsimlerin ardında bambaşka kişilik barındıran simalara dikkat etmek gerekir. Lenin ve Stalin gibi simalar her ne kadar en tanınmış komünist liderler olsalar da üstlerini kazıdığınız zaman altlarından fanatik birer siyonist (Kabbalacı Yahudi) çıkmaktadır. Her zaman savunduğum bir tez vardır. Sovyetler Birliği bir proje idi ve ABD’nin karşı tezi olarak kuruldu. Sonraki süreçte tam mânâsıyla NATO’nun karşı tezi oldu. Planlı soğuk savaş döneminde ABD, dünyayı komünizmle korkutarak kendine peyk ülkeler edindi. Örneğin Türkiye gibi. Sovyetler ise dünyayı ABD faşizmi ile korkutarak kendine peyk ülkeler edindi. Örneğin Küba gibi. Danışıklı dövüş yaparak dünyayı ikiye bölüp aralarında pay ettiler.
Soğuk savaş döneminde onca gerginlikler, ültimatomlar, spesifik çatışmalar olurken hiç bir tane nükleer füze ateşlendi mi? Ateşlenmedi! Tezgahı biraz da buradan anlamak lazım. Milyarlarca insanı nükleer savaşla korkutup tüm dünyanın huzurunu kaçırmak ama binlerce nükleer başlıktan birini bile ateşlememek..!
Gelelim soğuk savaş sonrasına…
Sovyet artığı ama buna rağmen hâlâ çok güçlü olan bir Rusya var. Eski gücüne kavuşmak istiyor mu? Evet! Hatta Putin bunu açıkça dile getirdi. O hâlde Rusya eski soğuk savaş gerilimini de istiyor ve buna az çok hazır demektir. Pekâlâ eski gerilimli yıllara dönmeyi ABD ve NATO cenahı istiyor mu? Örneğin liderliğini Yahudi asıllı Zelinski’nin yaptığı Ukrayna istiyor mu? İşte problemin temelinde bu soru var.
11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere saldırı tiyatrosu ile startı verilen yeni dünya düzeni şarlatanlığında artık tek kutuplu bir dünya öngörülüyordu. Plana göre bu yeni dünyanın merkezinde hiçbir ülke veya blok olmayacaktı; sadece mason biraderlerin en yüksek birlikteliği olan İlluminati, her şeyi, devletleri hatta sözüm ona dinleri bile yönetecekti. Varşova Paktı da bu yüzden bir gecede tarumar olup yıkılmıştı. Daha doğru bir ifadeyle tarumar edilip tarihten sildirilmişti.
Tablo tam da küreselci elit denen üst düzey mason biraderlerin istediği şekilde ilerlerken Rus derin devletinden Vladimir Putin adında biri siyaset sahnesine çıktı ve ilk demeçlerinden biri “ben İlluminati’ye karşıyım, illuminati’ye savaş açıyorum” oldu. Yeni dünya düzeni için şok edici nitelikteki bu açıklama bizim NATO güdümlü medyada küçücük puntolarla yer aldı. Oysa o denli önemli bir açıklamaydı ki! Bu önemi işte şimdiki Rusya-Ukrayna gerginliği ile daha iyi anlıyoruz.
Küresel çete diyor ki “Ukrayna’yı NATO’ya alırız”. Rusya da diyor ki “Ukrayna NATO’ya girerse ambleminde kocaman haç olan, amblemi CIA ambleminin fotokopisi olan NATO ordusu, Moskova’nın sadece 180 km ötesinde konuşlanacak ve ben bu tehlikeyi kabul edemem”! Putin’in 22 Şubat 2022’deki deklarasyonu ve Rus Ordusunun 24 Şubatta Ukrayna’ya askeri harekat başlatması bu pencereden okunup değerlendirilmelidir. Putin, sözünün arkasında durmuştur. Tekrar ediyorum; Vladimir Putin, asıl adı Veli Demir Potin olan bir Türk ajanı değildir, çok ciddi bir devlet adamıdır ve en babasından Rus milliyetçisidir.
O hâlde şimdi ne olacak?
Bir defa kayıtsız şartsız savaşa hayır demek hafif akıllılıktır, eskilerin tabiriyle hiffettir. Stratejik değerlendirmeler yapmak elzemdir. Etiler, Bebek, Nişantaşı kafasıyla yorum yaparsak olaya bir hayli Fransız kalırız.
Nedir o strateji?
Elbette ki temel strateji Türkiye’nin çıkarları üzerine kurulmalıdır. Türkiye süreçten yara alarak değil büyüyerek, güçlenerek çıkmalıdır.
Rusya-Ukrayna savaşı demek sofistike Türk silahlarının üst düzey bir savaş ortamında denenmesi, görücüye çıkması demektir ki bu da bulunmaz bir fırsattır. Ben şu anda Baykar firmasında özel bir ekip kurulup bu ekibin Ukrayna’ya verilen SİHA’ların performansını takip etmekle görevlendirildiğine yemen edebilirim ama ispatlayamam.
Başka bir açıdan bakalım: Rusyanın da Ukraynanın da nüfusunun önemli kesimi aslında Türk kökenlidir. Bin yıl geriye gittiğimiz zaman Ukraynalı veya Ukran diye bir kelimeye rastlayamazsınız ama Rus vardır. Bin beş yüz yıl geriye gittiğinizde ise Rus diye de bir kelimeye rastlayamazsınız. Slav tabiri ise esasında bir etnik kökeni değil Avrasyanın Batı ucunda yaşayan bir grup insanı ifade etmektedir. Zaten köle demektir. Orta Çağda Avrasyayı boydan boya geçen meşhur bir Köle Yolu vardı. Kıtalararası yollar sadece İpek Yolu, Kürk Yolu veya Baharat Yolundan ibaret değildi. Söz konusu Köle Yolu devasa bir köle ticaretine sahne olmaktaydı ve bu kölelerin çoğunluğu bugün Slav diye bildiğimiz insanların atalarıydı. Öte yandan 10’uncu, 11’inci, 12’nci yüzyıllarda bugün Ukrayna denen coğrafyanın Batıdaki adı Türkiye idi. Avrupalılar Karadeniz’in kuzeyine Türkiye diyordu. Doğu kültüründe Deşt-i Kıpçak diye bilinen ve Kıpçakların Yurdu anlamına gelen ifade bugünkü Ukrayna coğrafyası için kullanılmıştır. Avrasya coğrafyasında Ruslar veya Ukranlar yokken Kıpçaklar vardı, İskitler vardı, Hazarlar vardı, Hunlar vardı, Bulgarlar vardı, Tatarlar vardı, Uzlar vardı, Peçenekler vardı ve bunların hepsi de özbeöz Türk olup bizim atalarımızdı. Nerede şimdi onlar? Onların çoğu maalesef slavlaşıp Rus veya Ukran oldular. Şimdi bile Rusya coğrafyasında binlerce yerleşim yerinin adı Türkçe’dir. Ukrayna da farklı değil. Örneğin Kiev… İki ev demektir ve Kıpçaklar tarafından verilen bir isimdir. Hâl böyleyken Türkler’in ve Türkiye’nin bölgedeki gerilime sessiz kalması, ben burnumu sokmayım demesi çok tarihi bir hata olur, akıl tutulması olur, gaflet olur. Asla böyle hatalara düşmemek gerekir.
Türkiye için zor olan konu hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın kardeşimiz, dostumuz ve müttefikimiz olmasıdır. İkisinden birini seçmeden orta yolu bulacak şekilde kontrollü bir gerginliğe zemin hazırlanmalı ama çıkan savaşın dallanıp budaklanmamasına dikkat edilmelidir. Her ne kadar Ruslar ve Ukranlar bizim tarihsel kardeşlerimiz olsa da bunların çoğu maalesef Müslüman değildir ve esasında Avrasya coğrafyasında rakiplerimizdir. Bu gerçeği de göz önünde tutarak Türkiye’nin en birinci vazifesi NATO’nun olaya burnunu sokmasını engellemek olmalıdır. Kardeşler arasında kavga çıkar, normaldir. Önemli olan kavganın büyümeden, amacını aşacak ve kontrolden çıkacak pozisyona gelmeden sonlandırılmasıdır. Nitekim biz de Hatay açıklarındaki uçak düşürme olayında Rusya ile küçük bir kavgaya giriştik. Hatta devamında Ruslar Suriye’de onlarca askerimizi bombalayarak şehit etti. Buna rağmen Rusya ile ilişkilerimiz ABD ile ilişkilerimizden bin kat daha güçlüdür.
Biz millet olarak Rusları da Ukranları da seviyoruz. Kan çekiyor. Ama biz Fransızları sevmeyiz, İngilizleri sevmeyiz, Almanları sevmeyiz, Amerikalılardan ise dünyada en fazla nefret eden milletiz. O hâlde söz konusu sevgiye halel getirmemenin yapılması gereken sevmediklerimizi bölgeden uzak tutmaktır. Zira onlar fitnecidir, ortalığı iyice velveleye verip arada Türkiye’nin kalmasını isterler. Bu dediğimi başarabilmenin yolu ise Montrö Boğazlar Sözleşmesinin gereğini yapıp Karadeniz’i NATO gemilerine kapatmaktır. Yoksa iki tane ablak suratlı Nazi’nin dümenine geçtiği Alman gemisi gelir, Odessa’yı bombalar, kabak yine bizim başımıza patlar. Geçmişten ders çıkaramazsak her gününü bıçak sırtı yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasının gayya kuyularında kendimizi buluveririz. Yapmamız gereken Boğazları kapatmak ve Ukrayna ile Rusya’yı baş başa bırakmaktır.
Savaş çıkmasın, barış olsun diye gevezelik yapanların kuru gürültüsüne ise aldırmayalım. Savaşlar neden gereklidir? Çünkü savaşlar olmazsa, hele hele büyük çaplı savaşlar olmazsa siyonist küreselcilerin kurduğu veya kurmak istediği şeytani yeni dünya düzeni statükosu değiştirilemez. Mevcut kaos düzenine, sömürü düzenine, taşeron terör örgütleri düzenine kısaca düzensizlik düzenine çomak sokabilmek için Rusya gibi ülkelerin içinde yer aldığı büyük savaşların çıkması zorunludur. Savaş elbette istenecek, arzulanacak bir olgu değildir. Ama savaş gelip kapıyı çalmışsa ne yapacaksınız, Ukranlar gibi Polonya yollarına düşüp ülkeden kaçacak mısınız? Savaş çıkmışsa yapılması gereken vatan hainliği değil vatanseverliktir, o da erkek gibi savaşmaktır. Bayan romantizmi ile savaş benzeri stratejik meseleler tahlil edilemez. Mümkün mertebe gerçekçi, idealist ve fırsatçı olmak; ülkesel menfaatler için risk almayı bilmek gerekir. Hep barış barış deyip barış naraları atanlar tarihten silinmişlerdir. Hiçbir şeyden ders çıkarılamıyorsa en azından tarihe dönüp bakmak gerekir. ABD bir savaş devleti olmasaydı süper güç olamazdı. Osmanlı bir savaş devleti olmasaydı imparatorluk olamazdı.
ABD demişken bir de dönüp Biden’a bakalım. Ya da hiç boş yere bakmayalım. Zira gördük ki ABD artık dünya siyasetinde solda sıfır olmaya aday bir ülkeye dönüşmüştür. Pandemi faşizmine karşı dimdik ayakta duran Trump’ın ABD’sinin yerinde yeller esmektedir. Çin, Rusya hatta bazı konularda İngiltere kadar bile varlık gösteremeyen ABD’nin yaptırım şantajları da Rusya’yı korkutamamıştır. Türkiye’nin bu realiteleri göz önünde tutarak dünyadaki yeni kamplaşmada doğru tarafta yer alması hayati önem taşımaktadır. NATO üyeliği artık fazlasıyla abes kaçmaktadır.
Rusya-Ukrayna geriliminde şartlar ve gidişat ne olursa olsun, hatta isterse bu gerilim 3. Dünya savaşına evrilsin, sonuçta Türkiye ve İslam âlemi kazansın. Gerisi boş diyorum. Kaldı ki her şerde bir hayır vardır. Metanetle bekleyip görmek gerekir.
Haydi Bayraktar TB-2’ler, TİHA’lar, gösterin gücünüzü, ak çıkarın yüzümüzü…
Muhammed Gömük
Araştırmacı Yazar