Nasıl ki mülkün temeli adalet ise adaletin temeli de avukatlardır. Bir düşünün; sadece kanunlar, mahkemeler ve yargıçlar olsa ama avukatlar olmasa halimiz nice olurdu!
Bu gerçeğe rağmen en çok horlanan ve özellikle son zamanlarda toplumun gözünden düşürülen mesleklerin başında da maalesef avukatlık geliyor. Haksız yere yalan dolanla, menfaatçilikle ve benzeri olumsuzluklara itham edilen avukatlık mesleğinin değerini düşürmek, en başta bizlere zarar verir.
Şu bir gerçek ki gözden düşürülmeyen meslek de pek kalmadı. Öğretmenler, doktorlar, memurlar, esnaflar derken toplumca cinnet geçiriyormuşçasına her değere saldırıyor, saldırgan dilden bir türlü kurtulamıyoruz. Velhasılıkelam öncelikle Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekmez mi? Sezar demişken haydi avukatlık mesleğinin tarih koridorlarında bir yolculuğa çıkalım.
Uygarlığın gelişme sürecine girdiği tüm medeniyetlerde adalet mekanizmaları büyük önem kesbetmiştir. Örneğin ABD’deki avukatları Afganistan’daki avukatlarla kıyaslayabilirsiniz. Sizce hangisi daha muteber addolunabilir? Arada büyük uçurum olduğu tartışmasızdır. Tevatüre göre avukatlık ilk kez Sümer, Mısır, Antik Yunan gibi uygarlıklarda ortaya çıkmıştır. Antik Yunan’da önceleri suçlanan kişilerin kendi kendilerini savunması esastı. Savunma hakkının tanınması açısından bile kayda değer bir hak olarak kabul etmek gerekir. Ancak gayet doğaldır ki herkes beliğ ve fasih yani diksiyonu düzgün şekilde konuşamıyordu. Şüphe yok ki o zamanlarda da hızlı konuşanlar, yavaş konuşanlar, peltekler, ahrazlar vardı. Bunun ötesinde düzgün konuşabilse bile hakkını etkili şekilde ortaya koyamayanlar; iki lafı bir araya getiremeyenler de vardı. Vakta ki sözlü savunma sanatı bir strateji üzerine kuruludur. İyi strateji yapmazsanız, kırk fakülte bitirmiş kırk yıllık avukat bile olsanız çuvallarsınız. Söz konusu sakıncayı gidermek için bir başka kişinin suçlananları mahkemede savunması akıl edildi. Ne de olsa aklın yolu birdir.
O zamanın ilkel avukatları, önceleri sanığın akrabası oldu. Ancak bir süre sonra bu da yetersiz gelmeye başladı. Hâl bu ya herkesin aklı başında bir akrabası olmayabilir. Zaman içinde sanıklar toplum içinde iyi söz söyleyebilen, toplum tarafından sözüne güvenilen kişilerin kendini savunmasını istemeye başladılar. Suçlananların bu istekleri onlara görüş vermek, savunma hazırlamak şeklinde karşılanıyordu. Sanık, hazırlanan savunmayı ezberleyip mahkeme önünde tekrarlıyordu. Ancak ezberi iyi olmayanlar olduğu gibi, konuşmayı şaşıranlar, savunmayı iyi vurgulayamayanlar da olabiliyordu. Bu ise yapılan hazırlıkları ve alınan yardımı boşa çıkarıyordu. Sanık, avukata, bu hizmeti karşılığı bir ödeme yapıyordu. Bu ilk zamanlarda mal-hizmet olurken daha sonra para oldu. Nakdi bir para alan ilkel avukatlar zaman içinde yüzde usulü ile çalışmaya başladılar.
Demosthenes Antik Yunan’da iyi konuşan, siyaseti ve kanunları bilen bir kişi olarak savunma mesleğini bugünkü anlamına yakın olarak ilk yapan kişi kabul edilmektedir. Mesleğin babası ise hiç tartışmasız Çiçero’dur. Tıpta Hipokrat ne ise hukukta da Çiçero odur. Çiçero’dan günümüze gelen mesleki özdeyişler hâlâ günümüz sosyal yaşantısına ve tartışmalarına ışık tutmaktadır. Örneğin üstadın şöyle bir durum tespiti var: “Fakir çalışır; zengin sömürür; asker, her ikisini de korur; mükellef üçü için öder; serseri, dördünün adına istirahat eder; ayyaş, beşi için içer; bankacı, ilk altısını dolandırır; avukat da ilk yedisini savunur.”
İlk avukatlar elbette bu isimlerle sınırlı değildir. Özellikle Antik Roma’da avukatlık çok yaygınlaşmış ve bir grup oluşturacak sayıya da ulaşmıştır. Çünkü Roma’da çok güçlü hukuk altyapısı ve kurumları vardı. Öyle ki günümüz modern hukuk sistemi roma hukuku ile başlamıştır. 19. Yüzyıl Almanya’sında ve daha birçok ülkede roma hukuku geçerli olmuştur ve günümüzde roma hukuku hâlâ zorunlu bir ders olarak hukuk fakültelerinde okutulmaktadır. Demek ki bir medeniyette hukukun üstünlüğü sağlandıkça devletler güçlü olabilmekte ve ancak güçlü devletlerde avukatlık gibi meslekler muteber hâle gelebilmektedir.
Ne var ki nicel çokluk nitel kaliteyi düşürebilmektedir. Zaman içinde avukatların sayısı oldukça arttı. Günümüzdeki gibi yer gök avukat olmasa da avukatlar antik çağlardaki gibi mumla aranan kişiler olmaktan çıktılar. Artan avukat sayısı zamanla haksız rekabeti, karşılıklı karalamayı, aç gözlülüğü, kötüye kullanmayı kısaca yozlaşmayı da beraberinde getirdi.
Sayı çoğalıp da ortalık karışınca büyük bir güç haline gelen savunma mesleğinin kurallara bağlanması gerekti. Roma’da çıkarılan Cincia Yasası (Avukatlık hizmeti karşılığı ücret alınmasını yasaklayan yasa), Claudius tarafından yapılan düzenlemeler (ücret alma yasağının kaldırılması) ve İmparator Iustianus tarafından yapılan düzenlemeler (avukatların örgütlenmesi) sayesinde avukatlık, kurumsallaşan bir meslek haline gelmiştir.
Dünyanın en büyük medeniyetlerinden biri olan Mısır’da da durum böyledir. Mısır’da firavunlar çağında savunma meslek olarak vardır. Avukatlar, aldıkları temsil yetkisine göre yargıçların karşısında sanığın ya da hakkını arayanın ya da borçlunun haklarını savunmuşlardır. Ancak antik Mısır’da avukatların sözlü savunma yapma hakları olmamıştır. Bu yolla yargıçların sözlü savunma ve etkileyici gösterilerden etkilenmesinin önüne geçilmek istenmiştir. Antik Mısır’da avukatlar müvekkillerini hazırladıkları yazılı metinlerle savunmuşlardır. Belki böyle bir tutum takınılması o coğrafya için daha iyi olmuştur. Hukukta zaten birçok şey görecelidir. Her kanun her topluma uygun olmayabilir, her meslek kuralı da her coğrafyaya uygun olmayabilir.
Lafı çok uzatmadan geleyim günümüze… Zamanla sadece avukatların değil hukuk kurumlarının hatta mevzuatın da sayısı arttı. Şu an itibarıyla Türkiye’de on binden fazla kanun yürürlüktedir. İkincil mevzuat ise en iyi ihtimalle yüz bine dayanmıştır. Bunca çokluk maalesef savunma mesleğini daha karmaşık hâle getirirken mesleğin sorunları da çığ gibi büyüdü gitti.
Daha spesifik olmak gerekirse uzlaştırmacılığın sadece avukatlara özgülenmesi, belirli kıdemi olan her avukatın sınavsız mınavsız arabulucu olması, emekli olan ya da istifa eden hakim-savcıların avukatlık mesleğine sınavsız-stajsız kabul edilmemesi, görevi başındaki akademisyenlerin avukatlık yapmasına müsaade edilmemesi, kamu avukatlarının özlük haklarının iyileştirilmesi, avukatlık alacaklarının kamu güvencesine alınması, avukatlara asgari geçim ödemesi yapılması, avukatların mevcut haklarına diğer meslek mensuplarının saygı duymasının sağlanması, meslek örgütlerinde temsilin güçlendirilmesi gibi pek çok konu başlığı masaya yatırılabilir.
Bütün bu saydığım ve sayamadığım problemlerin yılda bir günlüğüne anılması ise başlı başına problemdir. 5 Nisan Avukatlar Günü imiş haydi tanıdığımız avukatların gününü kutlayalım. Ya 6 Nisan gelince..? Maalesef ülkece genel olarak böyle bir kolay unutma ve vefa sorunumuz var. Unutmayalım ki bir gün hepimize iyi bir avukat gerekebilir.
5 Nisan Avukatlar Günü vesilesi ile değil; onca avukat dostumu gözümün önüne getirerek tüm avukatların avukatlar gününü kutluyorum.