Babam!!..Hayatı sırtına alıp, çileyi, cefayı yaren edinip, sefayı tanımadan, kimsenin kalamadığı yeryüzü hanından geçip giden, didinişlerini nasırlı ellerine, çırpınışlarını incecik kollarına, yorgunluklarını eğilen beline dokuyan, koyu yeşil bakışlarını her zaman hüzünle, çizgi çizgi benli yüzünü kederle süsleyen adam!!..
Bizden olmayanların belirlediği günleri benimsemek hiç tarzım olmasa da, yine de adına ''Babalar Günü'' denilen böylesi bir günde, yokluğunun uzadığı, uzayan yılların uzaklaştıramadığı, aksine günden güne dahada yaklaştırdığı, bir parçası olarak bu dünyada var olduğum o insanı anmamak mümkün mü?..
Varlığında sağda solda şımarıp, kafamıza estiği gibi davrandığımızın, her belanın üstüne üstüne gitmemizin meğerse ondan aldığımız güvenle olduğunu yokluğunda anladık..
Varlığında farkına varamadığımız koruyuculuğunu, gittiğinde bir başımıza kaldığımızda öyle acı bir şekilde hissettik ki, savunmasız, zayıf, muhtaç olduğumuzun gerçekliğiyle başbaşa kalıverdik..
O gitti ya, artık herkes gitti, milyarlarca insanın yaşadığı kalabalık alemde bir başına kalıverdik..
Anladık ki, babalar giderse herkes gider, babalar koruyamıyorsa kimse korumaz, babaların kanatları yoksa üzerinde, yırtıcıların kanatları hatta pençeleri tehdit ediyordur artık..
Aynı babadan parçalar halinde bir kaça bölünüp, kardeş olarak çoğalanlarda o boşluğu dolduramaz artık..Çünkü, onlarda birer babadır ya da annedir, korumakla yükümlü oldukları yavruları vardır, yani herkes kendi derdindedir artık..
Kendimizi en güçlü hissettiğimiz ya da zannettiğimiz anlar, babaların güvenini, muhafazasını bildiğimiz anlarmış.. Sonrası, tek başına mücadele, tek başına savaş..
''Kaderin hükmünü koyması'' mıdır dersiniz, ''oyunun kuralı'' mı dersiniz, ''hayat bu'' mu dersiniz, neye sayarsanız sayın artık..
Tek gerçek var ki, babaların gitmesiyle yalnızlığa ilk adımı atmış olduğunuzdur..
Bu günü bize kapitalizm de sunduysa, emperyalizm de sunduysa, hangi kültür sunmuşsa sunsun, babamı andım.. Rahmetle andım, minnetle andım..
İlk ayrıldığımız gün, eskimişlikten yıkılmaya yüz tutmuş köy evimizin yorgun balkonunun önünde elini öpmek için yanına vardığımda, yıllara rağmen simsiyah kalabilmeyi başaran saçlarının örttüğü alnını şöyle bir silip, kalın siyah çerçeveli gözlüklerinin arkasında yaşlarla dolan yeşil gözleriyle bakıp ağlayışını andım.. ''Benim gurbete göndericek çocuğum yoktu..'' deyip, hıçkırıklarının boğazına düğümlenmesini andım..
Yılların geçip, hızla akması belki de bir avuntu.. Hızla geçen ve artık bedenimizi de yaşlandıran yıllar belki de ona kavuşmamızı yaklaştırıyor. Bu kavuşmanın yakınlığının avuntusuyla rahatlayabiliyoruz belkide..
Ben memleketin bir köşesinde avuntumla başbaşayım, abim başka bir köşede, ablalarım daha başka bir köşede..
Serdar, Serkan, Fatih, Ahmet, Süleyman, Safiye, Alperen..
Herkes ayrı ayrı köşelere dağılacaklar..
Dedim ya, babalar gidince herkes yalnızdır artık..